12 Aralık 2009 Cumartesi

Ayak yorgan denklemi

2009 yılı başlarken hepimiz zor bir yıl olacak diye yola çıktık ve tüm planlarımızı tasarruflu olmaya çevirdik, mümkün olduğunca az harcamaya çaba gösterdik. Hatta yapacağımız harcamaların bir kısmını ertelemekten kaçınmadık.

Epey bir zorluklar yaşadıktan sonra 2009 yılını bitirmeye sayılı günler kaldı ve 2010 başlayacak. 2009 yılından hepimiz dersler aldık ve gelecek yılı planlıyoruz. Aslında planlamış bütçelerimizi yapmış olmamız gerekiyor. Çünkü aralık ayında önceki aydan yapılan çalışmaların sonucu alınır ve aralık ayı ocak ayına ait planların yapılacağı bir aydır. Çoğu şirket bugünlerde bütçesini yaptı bitirdi ve üst yönetimine sunarak ay içerisinde onay alıp 2010 çalışmalarına başlıyor hatta başlamış olacaktır.

Aile bütçesi yapsanızda, şirket bütçesi yapsanızda başlangıç olarak gelirlerine bakarak planlamaya başlıyoruz. Konuyu açıklayan "Ayağını yorganına göre uzat." atasözü aslında bütçe yapacak herkesin devamlı aklında olması gereken başlangıç cümlesidir. Çünkü gelirlerinize göre giderlerinizi planlamazsak ayaklarımız açıkta kalır ve üşürüzr. Açıkçası şirketler bütçelerini yapmaya başladıklarında öncelikli olarak üst seviyede bir planlama ile ne kadarlık gelirleri olacağını ve buna ait ne kadarlık gider oluşacağını çalışıyorlar. Kalan rakamın üzerinden kar planlaması yapıyorlar. Bazende zarar planlanabiliyor. Bu noktada birden fazla senaryo çalışması şirketlerin önem verdiği hususlardan birisidir.

Senaryo analizlerinde yönetimin onayladığı genel bütçe sonrasında detaylı bir şekilde, satış, üretim, satınalma, masraflar, yatırım, insan kaynakları ve maliyetlere varıncaya kadar detaylı olarak yapılır ve gelecek yılın gelir tablosuna ulaşılmaya çalışılır. Bu süreç günümüzde pekçok şirkette gözde bir araç olan excel ile yapılmaktadır. Excellerin ortak bir noktadan kullanıma sunulması sayesinde tüm bilgiler oluşturulmaya çalışılır. Oluşan en ufak bir formül hatası yada rakamların farklı hücrelere girilmesi bütçenin doğruluğunu sorgulattıracak olumsuz sonulara neden olabilmektedir.

Günümüzde firmalar ERP sistemleriyle birlikte bütçe planlaması için özel geliştirilmiş uygulamaları kullanmaktadırlar ve bu sayede ERP sistemi ile birlikte bütçe fiili karşılaştırmalı sonuçları alabilmektedirler. Yıl içerisinde yapılan sürekli kontroller ile şirketin başlangıçta çıktığı yoldan ne kadar sapmakta olduğunu, varmak istediği hedefe ne kadar yaklaştığını görebilmektedirler. Şirket içi araçlara sahip olmayanlar ise harcayacakları zaman ile sonuca ulaşmaya çalışacaklar ve çıkan rakamlara güveneceklerdir. Bütçe sürecinin yazılımlarla desteklenmesi bilişim teknolojilerinin şirketlere getirdiği faydaların başındaki verim artışını gösteren en güzel örnektir.

2010 yılının da özel bir yıl olduğu bilincinde olan herkes, aile bütçesi, şirket bütçesi, yatırım bütçesi, ne olursa olsun, genel yada detay, önümüzdeki yılın planlarını yapmaları, yolun sonunu görüp oluşacak duruma göre ayak yorgan denklemini çözmeleri şarttır.

Önümüzdeki yılın sağlık, huzur, mutluluk ve bol kazançla geçmesi dileğiyle.

9 Kasım 2009 Pazartesi

Yazar mısınız ?

Soru birden fazla anlamı içersede aslında verilen cevap, "Okur musunuz ?" sorusuna verilen cevap ile aynıdır. Herkes kendisi için düşündüğünde fark edecektir, okumuyorsanız yazmıyorsunuzdur. Okuyorsanız da belki yazıyorsunuzdur.

Okumak ve yazmak birbirinden ayrılmazlar, hatta yapışık ikiz gibidir diyebiliriz. Birbirlerine o kadar bağlıdırlarki biri olmazsa diğerinin olabilmesi mümkün değlldir.

Yazmak birikimlerin dışa vurulmasıdır. Birikimin oluşması için toplanması lazım, okuyarak topladıklarımızı genellikle konuşarak dışa aktarırız ama sadece paylaştığımız kişilere ulaşır. Yazmak ise konuşarak erişemediğmiz kişilerin faydalanabilmesi, kullanabilmesi, birikimlerini arttırabilmesine imkan sağlayar. Ne güzel bir atasözümüz vardır "Söz uçar yazı kalır".

İnternet hayatımıza girmeden önce, yazdıklarımızı paylaşabilmek inanılmaz zor bir süreçti. Yayın kuruluşu bulacaksınız, onlara içeriği anlatacak, ikna edeceksiniz. Bastıracak, dağıtacak, insanlara ulaşmasına dua edecektiniz. Bugün ise internet var. Yazdığınız iki paragraf bile olsa tüm dünyadaki insanların ulaşacağı şekilde yayınlama süreniz maksimum 15 dakika. Bulacağınız bir blog sitesi, e-posta adresi ve şifre.

Özellikle ücretsiz verilen blog servisleri, kişilerin karanlıkta kalmış yazar olma heveslerini ortaya çıkaran önemli bir hizmettir. Hangi konuda yazarsanız yazın, yayınlamak ve internet kullanan kişilere ulaşmasını sağlamak, bu bilgilerden kişilerin faydalanacaklarını bilmek inanılmaz büyük bir keyif.

Bloglar özellikle kişisel fikirlerinizi, düşüncelerini, bilgi birikimlerinizi başkalarıyla rahatlıkla paylaşabileceğiniz bir ortam sunmaktadır. Yazmaya başladığınızda benim yazılarımıda kim okur diye düşünüyor olabilirsiniz ama meraklanmayın arama motorları yazılarınızı içeriklerine aldıkça, sizin yazılarınız başkalarının ulaştığı birer bilgi kaynağı haline gelecektir.

Yazmaya başladıktan sonra bu işten keyif aldıysanız, yazılarını belirli bir düzende yayınlamaya başlıyorsunuz. Eğer uzman olduğunuz bir konu yazıyorsanız, tecrübenizi paylaşmak, ilgili konu arandığında bulunup, faydalanılacak olduğunu bilmek daha fazla bilgiyi internet ortamında yayınlamak dayanılmaz bir çekicilikte karşınızda duruyor.

Blogların bir diğer faydasıda, kişisel olarak günlük tutmanızı sağlıyor. İlgili zaman dilimindeki düşüncelerinizin yada yaşadıklarınız kayıt altına alınmış olması, ilerleyen yıllarda geriye dönüp baktığınızda, geçmişte yaşadıklarınızı şuanki tecrübenizle gelişiminizi görmenize olanak tanıyor. Düşüncelerinizi yada yaşadıklarınızı internet halkı ile paylaşmayı cesaret olarak düşünürseniz, kişisel gelişiminizin ve kendinize güveninizin artmasına ne kadar büyük değer katacağınıda unutmayın.

İster yemek tarifi verin, ister eleştirin, tecrübelerinizi paylaşın, aileniz hakkında yada gezdiğiniz gördüğünüz yerleri yazın, isterseniz günlük yaptıklarınızı yazın, yazdıkça daha çok yazacaksınız buna emin olun. Yazmanın keyfi, paylaşmanın tadı ve mutluluğu farklıdır. Herkesin bu mutluluğu tatması umuduyla, iyi yazılar.

25 Ekim 2009 Pazar

Küpün lezzeti başka

Üstünden üç hafta geçti hala tadı damağımda duruyor. Lezzeti beynime öyle bir kazınmışki pekçok sohbette yer alıyor. Küpün içinde yapılan etler, patates ve soğan unutulmaz lezzetler.

Küpçü baba taş fırınını yaptıktan sonra pişireceğimiz etlerin hayaliyle 2 hafta geçirdik ve sonunda Ereğliye gittik. Aslında çok kalabalık değildik ama heyecandan olsa gerek aldığımız etler 2,5 kilo dana, 1,5 kilo kuzu, 2 tane bütün tavuk. Yanında 6 adet büyük soğan, bir o kadarda patates. Toplamda 6 büyük 2 çocuğa yapıyoruz, neredeyse adam başı 1 kilo et düşüyor.

Fırını yaktık, biraz zor oldu yakması ama ateş içinde arttıkça bizimde etleri pişirme telaşımız gittikçe artmaya başladı.  Kullandığımız odunlar, Ereğli'deki ağaçlardan zamanında budanmış olan dallardı. Sonradan şunu öğrendikki bu tarz fırın içindeki odunlar farklı olmalıymış, bir dahaki sefere doğru odunla yapacağız.

Ateşi yaktıktan sonra, onun kor haline gelmesine kadarki zaman diliminde Hüseyin etleri folyo içine tek tek sordı. Özellikle bir grup eti soslu yaptıkki, değişik lezzetleri tadalım diye. Soğanların kabuğunu soyup bütün halde folyolara sardık, patatesler soyulup bütün olarak paket yapıldı.

Tüm etler ve soğan patatesin ayarlanması esnasında küpün içindeki ateş kıvama gelmişti. Etleri fırının içine, ateşe değmeyecek şekilde tek tek dizdik, küpü ağzına kadar doldurduk.  Sonrasında küpün kapağını kapatıp, etrafını toprak ve su karışımı çamurla sıvadık, üstteki duman çıkmasına imkan sağlayan bacanında üstünü kapatınca artık etlerin 5 saat sürecek pişme yolculuğu başladı.

Bu arada bizde bahçe işleriyle uğraştık, Ozan ve Kaya mangalın başına geçerek biber ve patlıcan kızarttı. Aslında Kaya ilk defa eline maşa alıp biber kızarttı dersem yalan söylememiş olurum. Aşağıdaki filmde göreceksiniz (şaşırmayın) nasılda düzgün bir şekilde biberleri pişirdi.

Esra ve Özlem, mangalda pişen biberlerden ve patlıcanlardan salata yaptılar. Genelde patlıcan salatasını Özlem yapıyor, onun yaptığı patlıcan, yoğurt ve sarımsak karışımını ekmeğe sür sür ye.

Zaman su gibi akmış, etlerin 5 saatlik yolculuğu sona ermişti. Artık onları görücüye çıkartma zamanı gelmişti. Fırından tek tek çıkarttığımız etleri daha folyolarından çıkartırken tabaklara salkım saçak atlıyorlar, tel tel ayrılıyorlardı. Tavukların neredeyse kemikleri gitmiş sadece et kalmıştı.

Bence pişen malzemeler içinde en güzel olanları, kuzu etleri ve soğan olmuştu. Yumuşacık etleri yemeye doyamadık. Soğan öyle bir pişmiştiki tadı ve suyu harikaydı. Kuzu ile birlikte muhteşem ikiliyi oluşturdular.

 

 

Haftaya tekrar yaparız diye düşünüyorduk ama hem alt katı hemde üst katı kiraya verdikleri için küpü kullanacak başka bir çözüm bulmak gerekiyor.

Bulacağız, bulacağız, küpçü baba lezzeti hiçbirşeye değişilmez.

6 Ekim 2009 Salı

Kirala, kullandıkça öde

Kriz dönemlerinde ister iş yaşamında olsun ister özel hayatta olsun herkes tasarruf yapma, maliyet düşürme, daha ucuza sahip olma konularında fikirler üretmektedir.

Bilişim firmalarıda içinde bulunduğumuz şartlarda, yapmış olduğu değişik çözümlerle şirketlere farklı çalışma fırsatları yaratmaktadırlar. Bunlar içerisinde önde gelen çözüm dışkaynak kullanımı olarak ortaya çıkmıştır.

Genelde şirketler yapacakları donanım yatırımlarını planlarken, en yüksek yoğunluğun olduğu zaman diliminde ihtiyaç duyulacak donanımı alıyorlar. Yani sabah ve akşam saatlerinde yoğun olarak kullanılan bir sistem varsa buna göre bir planlama yapılıyor, günün geri kalan zamanında sahip olunan büyüklük çok az kişiye hizmet veriyor.

Bir başka örnek ise, sadece aysonu işlemleri çok yoğun geçen şirket bu süreçte problem yaşamamak ve performans problemiyle karşılaşmamak için yüksek performansta donanım alıyor ve bu dönemde %100 donanımı hakkıyla kullanıyor, ay içinde ise neredeyse %30 oranında makina üzerinde doluluk gözlemleniyor.

Son kullanıcı açısından bakıldığında, performans problemi yaşanmıyor, herkes mutlu ama şirket penceresinden bakınca, tam kapasite kullanmadığı bir sisteme yatırım yapılmış görünüyor. Günümüzde pekçok şirket böyle bir yapıda bilişim altyapısına sahiptir. Türkiye'de özellikle BT bakış açısı sahip olma mantığında olduğundan, donanım benim yanımda olsun, gözümle göreyim dediği için pekçok şirket benzer yüksek kapasitede donanımlarla Bilgi Teknolojilerini yönetmektedir.

Bir diğer önemli kısım ise, yapılan yatırımın teknolojinin gelişmesiyle birlikte eski model kalması, üretici firmaların eski modellere bakım desteği maliyetlerinin yüksek olmasını ortaya çıkartmaktadır. Böyle olunca yüksek bakım maliyetli donanımlardan oluşan makina parkı şirketlerde oluşmaktadır. Hepimiz görmüşüzdür bilgi işlem departmanlarında eski monitörler, eski bilgisayarlar raflarda kalır, tozlanır, çirkin bir görüntü oluşur. Bir yere bağış yapalım diye düşünürsünüz hiçbir program çalışmadığı için verilemez. Çöpe atsak diye düşünürsünüz, mali işler departmanı duran varlık olarak bunları gördüğü için belirli bir süre kayıtlarında ve göz önünde tutmak istemektedir. Kısaca, atsan atılmaz satsan satılmaz.

Dünya'da şirketler kiralamanın farkına vardılar ve bakış açısını değiştirmeye, kullandıkça öderim mantığına dönmeye başladılar. Bilişim firmaları ise şirketlerin yaşadığı bu ihtiyaç için çözüm üretiyorlar. Çözümün en önemli bileşeni ise donanım kiralama. Kiralama mantığındaki en önemli unsur ise ihtiyacın olan güce ihtiyacın olan zamanda sahip olmak ve kullandığın kadarını ödemek.

Bu çözümde bilişim firmaları donanımları kendi bünyelerinde barındırıp, şirketlerin uygulamalarına kendi veri merkezlerinden eriştiriyorlar. Bu sayede şirket donanım yatırımı yapmıyor, ihtiyacı olan büyüklüğü istediği zaman kullanıyor. Bilişim firması ile yapılan anlaşma çerçevesinde, firmanın ihtiyaç duyduğu zaman diliminde donanımın işlemci gücünü yükseltiliyor, belleği istenilen büyüklüğe çıkartılıyor, hatta network hatlarının yoğunluğu bile istenilen zaman diliminde hizmet alan firmanın kullanımına ayırılabiliyor. Yoğunluk geçtikten sonra ise istenilen büyüklüğe geri çekiliyor.

Veri merkezi şirketleride, ellerindeki donanımları müşterileri arasında yukarıda belirtildiği şekilde dengeleyerek gelir elde ediyorlar. Bunun sonucuda doğal olarak hizmet alan şirketlere maliyet avantajı olarak yansıyor.

Böyle bir sürecin fiziksel olarak, kişilere bağlı bir şekilde yürütülmesi mümkün olmadığından, işlemler tamamıyla konuya özel programlar ile gerçekleştirilmektedir. Sanallaştırma teknolojisi günümüzde belirli bir olgunluğa gelmiş ve şirketlerin kullanımına açılmış durumda. Bu sayede bilişim şirketleri hizmetlerini yönetebilmektedirler.

Türkiye'deki BT altyapısına sahip olma arzusu, krizin etkisiyle hızla değişmekte, veri merkezinden hizmet alma konusunda firmalar bakış açılarını değiştirmektedirler. Önemli hususlardan bir tanesi veri merkezinde çalışan yazılımların kullanımı esnasında oluşan bilgilerin güvenliği. Şirketler bu konuda çok hassas davranmakta, bilgilerinin farklı kişilerin eline geçip geçmeyeceği tereddütünü yaşamaktadırlar.

Konuya farklı bir yönden bakarsak, şirketler güvenlik hizmetini uzman firmaya veriyor ve milyonlarca dolarlık yatırımlarını tanımadıkları firmaya ve oradaki bir güvenlik görevlisine teslim ederek akşam evlerine gidiyorlar. Ertesi gün gelince güvendikleri firma onlar adına bütün güvenliği sağlayıp çalışabilecekleri ortamı tekrar onlara teslim ediyorlar. Nasılki güvenlik firmaları içerikle ilgilenmiyor sadece şirketin iş yapabilmesinin garantisini sağlıyorlarsa, benzer durum veri merkezi hizmeti veren firmalar için geçerli. Bu firmalarda içerik ile ilgilenmezler, sadece hizmet verdikleri şirketin sistemleri sağlıklı kullanabilmesine odaklanırlar. İçerik konusunda en ufak bir bilginin dışarıya sızmış olması firmanın itibarının yok olmasına, yeni iş fırsatlarının imkansızlaşmasına sebep olacaktır. Böyle bir sonucu hiçbir firma almak istemez.

Hizmet alacak şirketlerin dikkat etmesi gereken konu, tedarikçi firmaların Bilgi Güvenliği konusunda yaptığı çalışmaları yakından takip etmeleri lazım. Hatta ISO 27001 bilgi güvenliği konusunda sertifikalarının olmasını talep etmeleri gerekmektedir. Çünkü sertifikasyon demek işlerin kuralına göre yapıldığının başkaları tarafından kontrol edildiğini göstermektedir. Bilgi güvenliği ise kendi içinde alt süreçleriyle, hizmet alan firmanın yüksek seviyede çalışılabilir sistemlere sahip olmasını garanti altına alan bir yapıda kurgulanmasını gerektirmektedir.

Sonuç olarak, dışkaynak kullanımı açısından baktığımızda veri merkezi firmaları yüksek teknolojideki altyapının müşterilerinin hizmetine sunulmasına kendisini pozisyonlandırmıştır. Aynı yatırımın farklı modellerde müşterilerin hizmetine sunulması ise maliyet avantajını ortaya çıkartmaktadır. Hizmeti uzmanından almış olmak şirketlerin ana faaliyet alanlarına odaklanmasına, yatırımlarını iş kolunun gelişmesine kaydırmasına imkan sağlayacaktır.

2 Ekim 2009 Cuma

Küpçü Baba Türbesi

Herkes mangal yakar, heryerde mangallar yakılır. Özellikle yeşil bir alan görüldüğünde hemen mangallar ateşe verilir, kartondan yellemeler yapılır ve hazırlanan etler pişiriilir. Yeşil alan bulamazsak balkonda yakarız.

Bizde ailecek her fırsatta mangal yakmayı kendimize adet edindik. Kimi zaman mangalda köfte, tavuk, et, balık, kimi zaman biber, patlıcan, soğan, artık ne varsa pişiriyoruz.

Gel zaman git zaman mangal dışında bu keyfi nasıl farklılaştırabiliriz diye aklımızdan geçince, bizim damat Dr. Hüseyin Kandulu Kıbrıs'taki küp kebabını önerdi. Önerdi önermesinede bunu gerçekleştirmek için sağlam bir alt yapı lazım olduğunu gördük.

Kebap yapmak için kallavi bir fırına ihtiyaç vardı. Fırın'ın nasıl olacağı konusunda öncü kuvvet Hüseyin'i Kıbrıs'a görevli olarak yolladık. Fırını incelemesini ve babasından yapılış yöntemlerini öğrenmesini kendisine görev olarak verdik. (Başarıyla görevini tamamladı, raporunuda internette yayınladı)

Böyle bir alt yapıya nasıl sahip olacağımız konusunda bir yıldır konuşuyoruz, ama aksiyona geçmek için bekledik durduk. Bekleyerek bir şey olmayacağını görünce, büyük olarak işe el atmak gerektiğini görüp, bir ay kadar önce Hüseyin ve Özcan'ı hareketlendirdim. Marmara Ereğlisinde olduğumuz bir akşam kebap fırınını yapacağımız yerin temelini attık.

Başlamak bitirmenin yarısıdır denir, bizde temeli atınca arkası gelmeliydi ve öylede oldu. Sonraki haftalarda araya işler girdi ve 3-4 hafta konunun üzerine birşey yapamadık. Bu arada Hüseyin fırının içinde - daha doğrusu işin kalbinde - olacak küp için araştırma yaptı. Edirne'nin Havsa ilçesinde sıcağa dayanıklı küpler olduğunu öğrendi ve temin için görüşmelere başladı.  Küpün teminini ramazan bayramı haftası gerçekleştirdi.

Temel hazır, küp hazır, fırını yapmak isteyenler var ne duruyorduk ve ramazan bayramı ilk günü bayramlaşmayı bitirdikten sonra Marmara Ereğlisi'nin yolunu tuttuk. Herkes oraya geldiğinde artık geri dönüşü olmayan bir yola girdiğimiz belliydi. Ya fırını yapacaktık yada yapacaktık. İstanbul'dan gelirken küpün üstünde baca deliği açabilmek için matkap bile getirmiştik.

Gel gelelim biz fırını yapacağız diye heyecanla geldik ama Hüseyin yok başım ağrıyor, yok rüzgar çarptı, boğazlarım şişecek galiba, biraz kırıklık var üzerimde, az biraz uyuyayım, aslında Edirne'ye gitsem iyi olacak gibi mazeretler üretince hevesimiz kursağımızda kalacaktı.  Napalım bizde damadı iyileştirelim diye tavlada yenildik, akşam mangal işlerini üstlendik, ona sadece yeme içme faslını bıraktık ki biran evvel iyileşsin diye. Aslan damat sütleri içince kendine geldi.

Neyseki çabuk atlatık bu faslı ve fırını yapmak üzere çalışmalara başladık. Ereğli'de ince kum daha önceden varolduğu için çimento ve tuğla almamız yetti. Hızlı bir şekilde temelin üzerine küpü koyacağımız yapıyı hallettik ve ertesi gün küpü üstüne koyarak arada kum olacak şekilde küpün etrafını ördük ve fırın ortaya çıktı.

 

Bu esnada ev halkı, başlangıcından iş bitene kadar nasıl bir fırın olacağını pekçok kez ifade etmemize rağmen (herhalde biz anlatamadık) anlayamamıştı.

Fırının oluşmasının ardından sıva içinde olan yapıyı boyamak için Hüseyin'in önerisiyle yeşil boya aldık ve elbirliğiyle boyadık. Boyama işi bitince karşımıza fırından çok türbe çıktı. Yaptığımız inşaat renklenince aynı türbe gibi oldu, “Küpçü Baba Türbesi”. Ev halkı renge biraz karşı geldi ama doğa ile barışık bir renk diyerek şimdilik konuyu kapattık. Ama ilk fırsatta rengini değiştirmek için baskı geleceğinden şüphem yok.

Biz inşaat işleriyle uğraşırken Leydi Elizabeth (Esra Kandulu) ve Leydi Katerina (Özlem Karaman) tüm çalışmalarda aktif destekçilerimiz oldular. Gerekli yerlerde halkın arasına karışıp onlarla birlikte yaşadılar :)

Fırının yapılması esnasında bizimle birlikte olan düşeslerimizden bahsetmeden geçemeyeceğim. Düşeşlerimiz (Ceyda ve Seda) tüm bayram boyunca ve inşaat esnasında hiç görünmediler. Sabah kahvaltıda ve akşamdan akşama ortaya çıkarak, bizleri varlıklarıyla onurlandırdılar. Kendilerini bundan sonraki küpte kebap yaparken etlerin hazırlanmasında aktif göreve çağırıyorum. Beni kırmayacaklarına eminim.

Bu hafta sonu gidip fırını ilk defa kullanacağız. Bakacağız çalışıyormu diye. Herhalde çalışıyordur, onca emek, onca fikir, birbirimize yapılan telkinler sonucu ortaya çıkan eserin çalışmaması gibi birşey olamaz artık. Fırında yapılacak ilk etler cumartesi akşamı test edilecek. Sonuçları haftaya.

10 Eylül 2009 Perşembe

Kırmızı ışığın cazibesi

Son 15 yılda bilgisayarın hayatımızda kat ettiği yolu onunla birlikte yürüyerek yaşamış kişilerin çoğu, "bilgisayar kullanmadan önce işleri nasıl yapıyorduk acaba" diye geçen konuşmaları yapmıştır. Sonrasında, "internet acayip bişey hepimiz oradayız, bu kadar bilgiyi başka bir yerde nasıl bulurum, eposta olmadan nasıl haberleşiyor muşuz ?" yorumlarını yapmamış kişi yoktur herhalde.

Bugün, mobil telefonlardan epostalara erişim, özellikle Blackberry (BB) kullanımı çok yoğun bir şekilde görülmektedir. Günümüzde iş hayatında BB sahibi olmak bir ayrıcalıktan çıktı bir zorunluluk haline geldi, çünkü kişilerin artık iletişimi epostalar üzerinden yürütüyor olması her zaman erişilebilir olmayı zorunlu kılıyor.

Blackberry ilginç bir cihaz, başlangıçta hoşunuza gidiyor, bilgisayar taşımadan, internete bağlanmadan epostaları alabiliyor, eklerine bakabiliyor, hemen cevap yazabiiyor, takvime bakarak zaman planlamanızı çok daha kolay yapıyorsunuz. Yanınızda cebinizde taşıyorsunuz, istediğiniz zamanda ve yerde erişim sağlıyorsunuz. Acayip büyük konfor, sonrasında ek özellikleri var, hem telefon, hem internete erişimi var, fotoğraf çekiyor, şık bir göntüsü vb.. özelliklerde eklenince iş yerindeki ofisiniz yanınızda. Daha ne olsun, uzunca süredir aradığınız cihaz.

Gelgelelim madalyonun öbür yüzü ile karşılaşınca durum değişiyor. Bilgisayardan epostalara bağlanıp bakıyordunuz ama artık epostalar cebinizde. Akşam ofisten çıkıncada yanınızda, serviste, arabada, arkadaşlarınızla sohbet ederken masanın üstünde, akşam televizyon seyrederken uzaktan kumandanın yanında, gece yatarken baş ucunuzda duruyor, ben buradayım dercesine yanıp sönen kırmızı ışığı kendini unuttturmuyor.

Böyle oluncada ister istemez ışığı gördüğünüzde mesajlarınıza bakmak ihtiyacını hissediyorsunuz. Acaba önemli bir mesaj mı geldi ? Gündüz gönderdiğim mesaja cevap mı var ? Aysonu satış raporlarına arkadaşlar çalışıyorlardı sonuçlarını yollamış olabilirler ? benzeri pekçok sorunun cevabını yanıp sönen kırmızı ışık verecekmiş gibi bizi kendine çekiyor.

Tacizkar kırmızı ışık bir müddet ikaz ettikten sonra sönüyor yanmaz oluyor. Bu seferde hisleriniz değişiyor, niye yanmıyor acaba, mesaj geldide benmi görmedim diye merak ediyor ve ikide bir BB'yi kılıfından çıkartıp kontrol ediyoruz. Artık kontrol etme arzusu, gece yatmadan önce, dur bi bakayım gelen giden birşey varmı ? derecesinde yüksek oluyor.

Bağımlılık başladımı kişi kendini kaptırıyor. Tatile gidince bile yanınınızda olan bu cihaz ve kırmızı ışık ailenin bir parçası haline geliyor. Siz tatil yapıyorsunuz ama arkadaşlarınız çalışıyor. Onlar kendi aralarında yazışıyorlar, size CC'li mesajlar yolluyorlar, yada TO kısmında olan mesajlar var. Işık gene yanıyor, ne yapacaksınız, bakmasanız olmaz, baksanız tatildesiniz. Baktınız ve cevap verdinizmi artık tatilde değilsiniz demektir. Herkes mesajlarınıza baktığınızı ve cevap verdiğinizi gördümü tatilinizin anlamı değişiyor.

Anlam değişikliği sadece sizde değil aileniz içindede etki yaratıyor, eşiniz kızıyor, tatilmi yapıyoruz çalışıyormuyuz tartışmaları yürüyor. Eşinize hak veriyorsunuz ve kaldırıyorsunuz kenara , ama kafanızda aynı tereddüt, ya kırmızı ışık yandıysa ve mesaj geldiyse. Bu sefer eşiniz görmeden iki arada bir derede mesajlara bakıyorsunuz. Cevap yazıyor yakalanmamaya çalışıyorsunuz. Sonuç her zaman aynıdır, yakalanırsınız ve tabi yakalanıyorsunuz.

Çalışma hayatı için çok büyük değer yaratan BB sizi esir almış durumda. Kırmızı ışığın dayanılmaz cazibesi sizi çekiyor, araba kullanırken kontrol etmeye çalışıyorsunuz, kalabalık trafikte öndeki arabaya çarpıyorsunuz. Merdivenden inerken kontrol ediyorsunuz, düşme tehlikesi atlatıyorsunuz. Yolda yürürken direğe yada başkasına çarpma tehlikesi yaşıyorsunuz hatta çarpıyorsunuz.

İyi yönlerinin yanında hayatımızda gerçekleştirdiği değişimi nasıl yöneteceğimiz, kırmızı ışık bağımlılığından nasıl kurtulacağımız büyük bir soru. Tüm dünya benzer konularda kafa yoruyor, iş hayatının özel hayatın içinde bu kadar yoğun yaşanmasını gidermenin çözümlerini arıyor, forumlar paneller düzenliyor, gündemde tutmaya çalışıyorlar. Kişisel çözümlerle bugün birşeyler yapabiliyoruz belki ama kalıcı sonuçlar ortaya koymak şuan için zor görünüyor.

Blackberry kullanıcıları hepimiz düşünmeliyiz; "Kırmızı ışığa koşacak mıyız, yoksa ışığı söndürecek miyiz ?"

16 Haziran 2009 Salı

Azmin Zaferi

Okullarda yılsonu gelince bi dünya aktivite olur. Öğretmenler çocuklar için müsamereler düzenler, yarışlar yapılır, gösteriler yapılır. Tüm bunlar zor geçen bir yılın sonunda stres atmak, çocukların bir nebze olsun ders dışında yürüttüğü faaliyetlerini ailelerine gösterme fırsatı verir.

Bunlardan bir tanesini biz bu hafta içerisindeyaşadık. Kaya’nın yıl içinde aldığı yüzme dersleri sonunda, tüm çocukların yüze bildiğini göstermek biraz olsun onlarada heyecan katmak için yarış düzenlendi.

Okul yüzme havuzundaki yarışta, Kaya’nın başlama atlayışına bakınca sonucun nasıl olacağını tahmin etmek zor değil. Burada en çok dikkat edilmesi ve takdir edilmesi gereken, başladığı işi bitirmek için tüm çabasını ortaya koyan Kaya’nın gösterdiği azim.

Sonuçta madalyayı hak etti oğlum. Aferin sana Kaya, seninle gurur duyuyorum.

Kaya Karaman Yüzme 2009 İStek from Atakan Karaman on Vimeo.

Kaya Karaman Yüzme 2009 İStek from Atakan Karaman on Vimeo.

Kaya Karaman Yüzme 2009 İStek from Atakan Karaman on Vimeo.

Ozan’ın yılsonu konseri.

Ozan iki yıldır Ataköy’de İTÜ İspirtohanedeki konservatuarda piyano dersi alıyor.

Ozan’ın piyano öğrenmesi konusunda bizim herhangi bir talebimiz olmamıştı ama okuldaki müzik öğretmeni org derslerindeki durumuna bakarak bizi piyano dersi almaya yönlendirdi. Neticesinde İTÜ’ye kayıt yaptırdık.

Şimdi evde kocaman bir piyano var ve Ozan’dan başka çalan olmadığı için az kullanılıyor. Sırada Kaya var ve mecburen ona da piyano çalmayı öğretmemiz gerekiyor.

Okulda okuyan piyano öğrencileri her sene sonunda yılsonu konseri veriyorlar. İlk yıl Ozan konsere çıktığında biraz heyecanlıydı ama bu sene daha rahat hissediyordu kendini. Aslında rahatlığı, birazda bizim sıkıştırmamızla son hafta şarkıya çalışması neticesinde oldu.

Toplamda 40’a yakın öğrenci vardı ve tüm öğrenciler birer parça çalarak konseri tamamladılar. Kimisi yeni başladığı için küçük parça, kimisi yılların verdiği çalışma sonucunda epey uzun parçalar çaldı. Ozan daha yeni başlayan grupta olduğu için girişin üstü seviyesinde bir parça çaldı bizlere.

Anne babalar, çocuklarının yaptıklarını/başardıklarını gördükçe göğsü kabarıyor, mutluluktan uçuyor. Piyanonun karşısında Özlem koltuğuna oturmuş gururla oğlunu seyrediyor.

Ozan Karaman okul yılsonu konseri 2009 from Atakan Karaman on Vimeo.

2 Mayıs 2009 Cumartesi

Özel Sigortalarınızı çok dikkatli inceleyin

2002 yılında bir arkadaşımın tavsiyesiyle hayat sigortası ve biriktiren hesaplı bir sigorta yaptırdım.

Aslında o güne kadar bu sisteme çok fazla inanmıyordum ama çocuğum olduktan sonra birazda sorumluluk duygusuyla sisteme girdim.

Sistemde en başta belirtilen bir kaç kural vardı, aylık dolar bazında birikim yapılıyor, belirli bir yıldan önce çıkmayacaktım. Zaten uzun dönemli düşündüğüm için en az 15 yıl sonrasını planlayarak sisteme girdim. Tabii o dönemde çıkmayı çok fazla düşünmüyordum.

Sonrasında Kaya doğdu, bu sefer onunla birlikte ikinci biriktiren hesaba giriş yaptım. Bunun kapsamıda, ilkindeki gibi hem biriktiren hemde hayat sigortası içeriyordu.

Aylık kredi kartından paralar çekiliyor, 2-3 yılda bir temsilci beni görmeye geliyordu. Aslında bu ziyaretler tamamıyla yeni sigortalar satmaya yönelikti. İyiki ziyaretlerde ilgili kişilere kanmayıp başka sigortalar yaptırmamışım.

Gel zaman git zaman yıllar su gibi akıp gitti ve hesapta biriken paraya ihtiyacım oldu. Avivasa'yı aradım. Burada biriken paraları kullanmak istiyorum ve bir dönem ödeme yapamayacağım için beklemeye geçmek istiyorum dedim. Çünkü başta böyle söylenmişti. İstersem ara verebiliyordum

Telefonda aldığım cevap, İçerideki paranın ancak belirli bir yüzdesini çekebiliyorum. %16 eksiğini verebileceklerini ama bekletmenin olamayacağını, olursada ödemeye başladığınız dönemde aradaki farkı sizden isteriz dediler.

Haydaa, nasıl olur ben birikimdeki parayı kullanmak istiyorum, yok hepsini kullanamazsın diyorlar. Bende o zaman çıkacağım bana paramı verin dedim. Esas şok geliyor. Cevap: Size paranın tamamını veremiyoruz ancak %15 eksiğini alabilirsiniz. Niye ? Stopaj kesiyoruz. Hayat sigortalarında kesilir. Kardeşim bana girerken böyle birşey söylemedinizki, 3 yılın sonunda istediğiniz zaman çıkabilirsiniz dendi. Beni kandırdınız, bilseydim girmezdim, gibi bi dünya laf söyledim. Ama telefondaki kız, zannedersem benzer çok fazla tecrübe yaşamışki hep aynı cevap ile bana karşılık verdi. Yasada varmış, baştan beri böyleymiş, biliyor olmalıymışım vb... bi dünya bahane. Bana getirilen öneride şu, şimdi %84 para çekin, ödemeye devam edin, 10. yılınızı doldurunca tüm parayı çekersiniz. O zamanki stopaj %10. Kerizdik dimi. Her halikarda zarar edeceğiz.

Sonuçta ne oldu, her iki birikimimide sigorta şirketinden çektim. Devlete %15 stopajımı ödedim ve çıktım. Bireysel emeklilik hesabım var, onuda değiştireceğim, başka bir şirkete geçireceğim. Burada biriktirdiğim paraları bankaya yatırsaydım eminimki daha fazla hesapta biriken meblağ olacaktı. Çekerkende kimse stopaj istemeyecekti.

Şunu öğrendim, sizinle görüşmeye gelen sigortacılar sizlere doğru şeyleri söylüyorlar ama çoğunlukla eksik yada en önemli şeyi söylemiyor olabilirler. Bizim gibi birikim yapmak için uğraşanlar ise detaylara çok fazla bakmadıkları için mağdur oluyorlar.

Siz siz olun, bireysel emeklilik hariç her türlü sigortanızın çıkışında nelerle karşılaşacağınızı baştan konuşun,bilgi sahibi olun.

25 Mart 2009 Çarşamba

Doktor kontrolünde

İki hafta önce Dr.Esra ve Dr.Hüseyin Kandulu çifti, tatillerinin bir bölümünü istanbul’da geçirmek üzere bize geldiler.

Gündüzleri gezildi, tozuldu, ee tabi yorgunluk oluyor. Akşamları yorgunluğu atmak lazım. Bir akşam sinema, diğer akşamlar ….

Genelde Oscar alan filmler belirli bir kesime hitap eder, sıkıcı olur, anlamak için çaba göstermek gerekir kanısını kıran bir film “Slamdunk Millionaire”. Açıkçası ön yargılı olarak gittiğimiz filmin içeriğini ve detaylarını bilmeden seyrettim.  Sonuç, etkileyici bir film. Konusu çok bildiğimiz, bir dönem bizide saran yarışma programı etrafında dönüyor ve içerik, olaylar, yaşananlar insanı etkiliyor. Kesinlikle görülmesi tavsiye edilir.

Haftaiçi ve sonu aktivitlerini bir arada değerlendirmek gerekirse. Özcan ve Tuğba’nında katılımıyla bir akşam kırmızı, başka bir akşam beyaz, diğer akşam kırmız et şeklinde geçen güzel dakikalar.

Beyaz ve Kırmızı Etlerin Ayrı Ayrı Görünümleri

Neticesinde, doktor kontrolünde 2 kilo aldık. İşin yoksa şimdi bunları vermek için uğraş dur.

16 Şubat 2009 Pazartesi

Köpek sevgisi

Kardeşim (Atalay Karaman) geçen sene sonunda Husky (Sibirya Kurdu) cinsi bir köpeğe sahip oldu. İsmi Daisy.

Atalay’la birlikte apartman dairesinde büyüdüğümüzden, etrafımızda doğru düzgün hayvan hiç yoktu. Ben küçükken bahçeli bir evde oturmuşuz, annemle babamın bahçede tavukları, kedisi falan varmış ama apartmana taşınınca tabi hepsine veda edilmiş. Böyle olunca bildiğimiz köpekler, bizim için sokak köpeği, aman dikkat edelim, ısırırsa kuduz olursun korkularıyla öğretilmişti.

Geçen sene yavru iken gördüğüm Daisy ya bir karış yada iki karış büyüklüğündeydi. Böyle olunca insan rahat rahat sevebiliyor, onunla ilk temasını çok kolay yapabiliyorsun.

Husky cinsi köpeklerin dışarıdan bakınca en büyük özellikle tüylerinin yanında mas mavi gözleri. Yandaki resimdeki Daisy aslında 1-2 aylık ama bakışlarındaki dikliği görünce insan bunun büyüdüğü zaman sert mizaça sahip olacağını düşünüyor.

Atalay’ın bu köpeği almasından sonra fırsat bu fırsattır diyip çocuklarında köpek ile tanışmasını birşekilde onlarında hayvan sevgisini öğrenmesi, aslında köpek sevgisini öğrenmesini istedim.

İki hafta sonu Ozan ve Kaya’yı köpekle birlikte olabilmeleri için planladım. İlk gişimizde inanılmaz derecede bir şaşkınlık içinde gördümki, hayatlarında ilk defa bir köpekle oynayacak olan çocuklar sanki kırkıyıllık aile üyeleriymiş gibi Daisy ile oynuyorlar, onunla güreşiyorlardı.

Ozan ve Kaya’nın ilk gördüklerinde artık Daisy biraz büyümüştü. Yavaş yavaş oyunlar oynamaya başlıyordu. Özellike Ozan Daisy ile dışarıda koşuyor, üzerine ayaklarını uzatmasını, elini ısırmak için oyunlar yapmasına hiç korkmadan karşılık veriyordu. Daisy ve Kaya ise oyun oynamanın yanında farklı bir sevgi yumağı olmuşlardı. Daisy Kaya’yı nerede yakalasa yanaklarını ve boynunu yalıyordu. Sanki Kaya’nında ufak olduğunu anlamış ve onunla şakalaşıyordu.

Çocukların ilk temasının ardından 3-4 hafta geçmişti, tekrar gidip köpekle oynamak istiyorlardı, hava yağmurlu boşverin dememe rağmen ısrarla gitmek istediler. Kıramadım ve Bostancı sahiline gittik. Atalay Daisy’i getirdiğinde artık iyice büyümeye başlamış, sesi biraz daha gür çıkıyordu.

Ozan ve Kaya yaklaşık 2 saat kadar sahilde köpeği gezdirdiler, onunla oynadılar, onun kendileriyle oynamasına izin verdiler.

Köpek sevgisi inanılmaz farklı birşeymiş. Çocuklar ilk defa hayatlarında bir köpek ile birlikte oldular. Korkacaklarını dokunamayacaklarını düşünürken onlar yerlerde oynadılar, köpeğin onları yalamasına, üzerine ayakları ile çıkmasına izin verdiler.

Hayvan seven kişinin, insanı daha çok seveceğine inancım çok fazla. Çünkü bu canlılara yardım eden, onların daha iyi bir hayat sürmesi için çabalayan kişilerin, insanların faydasına yapılacak çalışmalarda daha aktif rol alacağı kesindir.

Çocuklarıma, bu sevgi ortamını oluşturacak fırsatları yaratmak için her türlü şartı zorlayacağım. (Atakan)

Evde Beyaz Şarap Yapımı

via IFTTT